26. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı Umulmadık Topraklar by sezgi abali attal

lotus.jpg

Lotus Yiyenlerin Ülkesinde

Homeros, ünlü destanı Odysseus’ta, Truva Savaşı’nın ardından evine dönmeye çalışan Odysseus’un, gemisiyle yaptığı on yıllık yolculuğa ve başından geçen maceralara yer verir. Odysseus ve tayfası, bilmedikleri denizlerde bin bir canavarla savaşır ve hayatta kalmaya çalışırlar. Öykünün bir yerinde kuzey rüzgarlarının şiddeti onları rotalarından çıkardığında, efsanevi haritalara göre İtalya’nın güney açıklarında bulunan Lotus-yiyenler Adası’na sürüklenirler. Ada sakinleri gizemli lotus bitkisinin meyvesinden yiyerek, mutlu bir kayıtsızlığa teslim olan, böylece tüm yaşamsal kaygılarını unutan bir kabiledir. Odysseus bu sahte huzura kapılmamak için adamlarını gemiye zorla bindirir ve hepsini küreklere bağlar ki, bu kör, tasasız adadan sağ çıkıp yurtlarına dönebilsinler.

Oysa, yaşadığımız çağda, “geri dönebileceğimiz bir toprak parçası, kendimizi ait hissettiğimiz bir yer bir kalmadığı gün ne olacak?” sorusu gittikçe artan bir şiddette iliklerimize siniyor. Her çağda çatışmalar çıkaran, herşeyi parçalayan, el koyan, zehirleyen insanın karanlık tarafı etrafımızı sarıyor ve her yeri lotus yiyenlerin ülkesine dönüştürmeye çalışıyor. Hep söylenilen biçimiyle “çember daralıyor” ve yine de birileri yaşama, kendi dillerince sahip çıkıyorlar.

Anlatılan öykülere her gün bir yenisi ekleniyor. İlahi gazapların ötesinde, yaşamı var eden de yok eden de insan oluyor. Kendini her zaman en zor durumlara sokan, bazen kurtulan, bazen yıkılıp giden insanlık, hem silah hem ilaç olan doğasını, saflığı, acizliği ve gücüyle içinde taşıyor. Bütün uygarlık tarihi, mitoloji, edebiyat ve tüm sanatlar aslında, bu öyküleri anlatıyor, kaşıyor, kazıp çıkarıyor, yenilerini yazıyor.

Bu sergide biz size aynı nüve etrafında yeni bir anlam bulan farklı öyküler sunuyoruz. Burada bir araya gelen on sanatçı adeta, kendisini lotus yiyenlerin ülkesinde bulan Odysseus’un çabasıyla, umulanla umulmayanı, unutulmaya yüz tutanla unutturulmaya çalışılanı algıları, yetkinlikleri ve dönüştürme becerileri ölçüsünde izleyiciye sunmak için bir araya geliyorlar.

Fırçadan, kalıptan, kameradan ya da biriktirilen nesnelerden geçerek ortaya çıkan işler lotus yiyenlerin sarhoşluğuna ve boşvermişliğine karşı duruyorlar. Resimden yerleştirmeye, heykelden fotoğraf ve videoya varan farklı mecralar aracılığıyla kendi öykülerini anlatıyorlar. Bir şiire sarılanla bir toprağa sarılan, bir adaletsizliği yüze vuranla yaşadığı çevrenin bıraktığı izlere ayna tutanlar, umudu, Lotus Yiyenlerin Ülkesinde beraber ve ayrı ayrı umulmadık topraklara taşıyor. Çünkü herşeye rağmen insani bir güçle yaşamak ve olmazsa olmaz bir umuda sarılmak hala kendine yer bulmaya çalışan arsız bir çiçek gibi çevremizde bitiyor.

İpek Çankaya, Ekim 2016

***

On the Land of Lotus Eaters

Homer, in his epic tale Odysseus narrates the adventures of Odysseus who, after the end of the Trojan War, struggles for ten years to return home. Odysseus and his men fight with a million monsters in open seas and try to survive. When the harsh North wind had driven them from their course they had found themselves in the shores of the island of the lotus-eaters which was situated in the southern offshores of Italy in the mythical maps.

Free from all earthly occupations and concerns, the islanders were a tribe who gave in to a blissful forgetfulness and apathy by eating up the fruit of the mysterious lotus plant. To elude this false serenity and continue their journey back home, Odysseus had to drag his men back to the ships and tie them up beneath the rowing benches.

Meanwhile, in our times we feel more deeply the anxiety of the possible loss of a homeland that we can return to if desired, or the lack of a place on earth where we feel ourselves at home. As it always happens in human history there is the human dark side of man, who provokes all sorts of clashes, discriminations and miseries, intoxicates the world and tries to transform it at the end into the land of the lotus-eaters. As usually said in Turkish “the circle around us is narrowing” and yet some people claim life on their own terms and in their own intimate language.

Every day a new story is added to what has already been told. Beyond a divine wrath, humans become the ones that usually destroy life or make it happen. They put themselves in the most difficult positions, sometimes they survive, in some other cases they are ruined. Their nature works both as a weapon and a cure, inhabits naivety, incapability and strength all together in itself. In fact, the history of civilization, mythology, literature and the arts tell about these stories; they scratch, excavate, bring forward and write new ones.

Almost with Odysseus’ effort who has found himself in the land of the lotus-eaters, we present you in this exhibition different stories finding a new meaning around the same nucleus. Nine artists are gathered together to hold on to life, unveil the hope of the unexpected and what is prone to eventually disappear or externally forced to vanish, in the extent of their perceptions, knowledge and ability.

Works created through a brush, a mold, a camera or accumulated objects are standing against the drunkness and the relactance of the lotus-eaters. Paintings, installations, sculptures, photographs and video works, all tell their own stories. Those who are embracing a poem or a soil, exposing the unfair or holding a mirror to what is happening to us, are carrying the hope to the unexpected grounds, all together and individually. Because against all odds, living with a humanly force and holding on to a hope is still blooming like a cheeky flower around us.

Her Anıyla Alıntılanan Geçmiş: Walter Benjamin'in Tarih Kavramı Üzerine Bir Sergi Denemesi by sezgi abali attal

her anıyla.jpg

28 Mayıs-17 Temmuz 2016, DEPO, İstanbul

Sanatçılar: Sezgi Abalı, Patrizia Bach, Doğu Çankaya, Juliane Eirich, Benjamin Maus, Lara Ögel, Neriman Polat, Çağrı Saray, Elena Tezak, Andreas Töpfer, Bilal Yılmaz

Sergi ve Etkinlik Tasarımı: Patrizia Bach

Proje;yi destekleyenler: Akademie Der Künste, Berlin; Walter Benjamin Archiv, Berlin Senatosu, DEPO, European Cultural Foundation, Goethe Institut, İstanbul ve halka sanat projesi

(DE and ENG version below )

“Olayları önemlerine göre ayırt etmeden sayıp döken vakanüvis, şu doğrudan yola çıkar:

Hiçbir olay tarih için kaybolmuş sayılamaz.” (Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine, s. 39-43)

Her Anıyla Alıntılanan Geçmiş: Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine bir Sergi Denemesi projesi için, Berlinli sanatçı Patrizia Bach’ın daveti üzerine Türkiye’den altı, Almanya’dan beş sanatçı bir araya geldi. Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine Tezler’ ini İstanbul’da okumaya irdelemeye ve dönüştürmeye davet edilen sanatçılar metinle ilgili farklı yaklaşımlarını kolektif şekilde paylaşarak; bir yıla yayılan üretim süreçleri boyunca Benjamin’in metninden pratiklerinde giriş noktası, araç, metod ve eleştirel otorite olarak yararlandılar.

Berlinli sanatçı Patrizia Bach'ın girişimiyle bir araya gelen grup, 2015 Nisan'ından bu yana Alman düşünürün yazdıklarını okuyor ve bunlar üzerine tartışıyor. Sanatçılar metinle ilgili bilgi ve deneyimlerini, metne farklı yaklaşımlarını kolektif şekilde paylaşarak, Benjamin'i şehre nakletmekle kalmayıp, onun muğlak yazılarını şimdi ve burada hakkındaki kendi kavrayışlarına taşıdılar. Bu süreç esnasında Walter Benjamin'in metninden, her bir sanatçının pratiğinde giriş noktası, araç, metod ve eleştirel otorite olarak yararlanıldı.

Sanatçılar şehirdeki saklı fragmanları, görünüşte marjinal ve ihmal edilmiş olanı araştırdı. "Kentsel fizyonomlar" olarak kişisel tarih ve tarihlere, bunları jenerik geleneksel tarihle kümelendirerek, atıfta bulunuyorlar, bireysel ve toplumsal kimlik ihtiyacı ve tüketim, zanaat, otomatik üretim ve İstanbul'un bugünkü kentsel altyapısı gibi konuları araştırıyorlar.

Bu proje, yerleştirme, çizim/illüstrasyon, fotoğraf, tasarım, mühendislik, işbirliği ve sanatsal aktivizm yoluyla, Walter Benjamin'in tarihin havını tersine tarama görevi üzerine sadece düşünmekle kalmayıp bu işi bağımsız olarak sürdürebilmeyi de istiyor.  


Etkinlik Programı:

Sergiye, sanatçı konuşmaları, proje sunumları ve Walter Benjamin'in yapıtının İstanbul‘la ve günümüzle nasıl bağlantılandırılabileceğini tartışan akademik bir panelden oluşacak etkinlikler eşlik edecek.

Konuşma ve sunumlar Türkçe ve İngilizce yapılacaktır. Çeviri konuşma özetleri etkinlik öncesi dağıtılacaktır. Tüm oturumlar her iki dilde tartışma katılımına açıktır.

Etkinlik koordinasyonu: Caroline Adler

Çarşamba, 1 Haziran

15:00 - 16:00 Benjamin ve Materyal(izm) (TR/EN)

Araştırma Sunumu İstanbul'da ZanaatkârlıkBilal Yılmaz (TR)

Söyleşi: Elena Tezak ve Aslı Kıyak İngin (Made in Şişhane) (EN)

Bilal Yılmaz ve Elena Tezak İstanbul'daki el sanatları konusunda yaptıkları araştırmayı sunacaklar. El işi nesneler (maddesellikleri ve değerleri), geleneksel el işçiliği pratikleri ve tanımlayıcı özelliklerinin yanı sıra şehirde yerinden edilmeleri, her iki sanatçının işlerinde ve araştırmalarında çok önemli yer tutuyor.

Elena Tezak, Made in Şişhane ağını başlatan Aslı Kıyak İngin'i, yerel zanaat kuruluşlarının İstanbul'un tasarım ve üretim altyapısındaki rolü ve sahip oldukları potansiyeli kullanma stratejileri üzerine konuşmak üzere davet ediyor.

16:30 - 17:30 Benjamin ve Kentsel Mekân (EN)

Sanatçı Konuşması: Lara Ögel, Neriman Polat, Patrizia Bach, sunuş Caroline Adler

Sanatçılar Lara Ögel, Neriman Polat ve Patrizia Bach, Caroline Adler'le toplumsal eylemin izleri ve bir fantazmagori alanı olarak İstanbul hakkında konuşacaklar. Üç sanatçı kentsel mekâna kendi yaklaşımları (onun içindeki hareketleri), Benjamin'in tarih hakkındaki düşüncelerini kavrayışları ve kendi işlerine dahil etme şekillerini anlatacaklar.

18:00 - 20:00 Panel Bugün Benjamin (EN)

Aslı Odman, Derya Özkan, Meltem Ahıska, Susan Buck-Morss

Aslı Odman'ın Benjamin'i bugün Türkiye'de okumak sunuşuyla

Aslı Odman (Mimar Sinan Üniversitesi), Derya Özkan (Ludwig-Maximilian Üniversitesi, Münih), Meltem Ahıska (Boğaziçi Üniversitesi) ve Susan Buck-Morss (CUNY Graduate Center, New York) Walter Benjamin'in tarih ve kentsel mekân hakkındaki çalışmalarının önemi ve çağdaşlığı, eleştirel çıkarımları ve en önemlisi de bugün İstanbul'da Benjamin okumanın ne anlama geldiği üzerine tartışacaklar.

Panel tartışma ve katılıma açıktır, konuşma dili Türkçe ve İngilizcedir.

20:30 - 21:15 Müdahale (TR)

Adonyl Elixir Proje Sunumu: Sezgi Abalı

Okuma: Melih Ziya Sezer

Adonyl Elixir, Kadıköylü eczacı Melih Ziya Sezer'in medikal koleksiyonu ve şiirlerinden yola çıkıyor. Sezgi Abalı'nın, Melih Ziya Bey'in Bütün Şiirleri (1949) antolojisinden seçtiği şiirler sanatçının Kadıköy'de gerçekleşen kentsel dönüşüm hakkındaki araştırmasına kılavuzluk etti.

Proje sunumuna, Melih Ziya Sezer'in yapacağı okuma eşlik edecek. “Der Chronist, welcher die Ereignisse hererzählt, ohne große und kleine zu unterscheiden, trägt damit der Wahrheit Rechnung, daß nichts was sich jemals ereignet hat, für die Geschichte verloren zu geben ist.” 
(Walter Benjamin: Über den Begriff der Geschichte)

Das Projekt „Past, in Each of its Moments, be Citable – On Walter Benjamin‘s Concept of History in the City of Istanbul“ lädt sechs türkische und fünf deutsche Künstler_innen dazu ein, Walter Benjamins Text ‚Über den Begriff der Geschichte‘ auf die Stadt Istanbul zu übertragen. Initiiert von der Berliner Künstlerin Patrizia Bach traf sich die Gruppe seit April 2015 regelmäßig, um gemeinsam den Text zu lesen und diskutieren, und darauf aufbauend neue Arbeiten sowie Kollaborationen zu entwickeln. Die unterschiedlichen künstlerischen Arbeitsfelder bewegen sich zwischen Installation, Zeichnung, Fotografie, Design, Maschinenbau und künstlerisch-politischem Aktivismus und bearbeiten so aus verschiedenen Blickwinkeln Fragmente und Überlieferung der vorgefundenen Geschichte der Stadt.

Sezgi Abali, Patrizia Bach, Dogu Cankaya, Juliane Eirich, Benjamin Maus, Lara Ögel, Neriman Polat, Cagri Saray, Elena Tezak, Andreas Töpfer und Bilal Yilmaz suchen in der Gegenwart das scheinbar Nebensächliche, Vernachlässigte. Sie zitieren persönliche Geschichte neben allgemeiner, untersuchen gesellschaftliche und individuelle Bedürfnisse nach Identität und Konsum, beleuchten Handwerk und Automatisierung in der Produktion von Dingen und zeigen unterschiedliche Formen von Infrastrukturen in der Stadt.

Die Ausstellung wird am 28. Mai bei Depo, Istanbul eröffnet und läuft bis zum 17. Juli 2016.

Begleitend zur Ausstellung finden Vorträge und Gesprächsrunden statt, das Programm wird auf http://www.depoistanbul.net/ bekanntgegeben.

Das Projekt wird freundlich unterstützt durch die Kulturverwaltung des Landes Berlin; Depo, Istanbul; Halka Istanbul und dem Goethe Institut Istanbul.

DE and ENG version:

The chronicler who narrates events without distinguishing between major and minor ones acts in accord with the following truth: nothing that has ever happened should be regarded as lost to history.

The exhibition project Past, in Each of Its Moments, be Citable – On Walter Benjamin’s Concept of History in the City of Istanbul invites six Turkish and five German artists to read, transform and address Walter Benjamin’s theses On the Concept of History in the city of Istanbul.

Under the initiation of the Berlin artist Patrizia Bach, the group has been reading and discussing the German philosopher’s writing since April 2015. Through collectively sharing their knowledge, experience with and approaches to the text, they have not only transferred Benjamin into the city but also conveyed his enigmatic writings into their own understanding of the here-and-now. During this process, Walter Benjamin’s text has been used as an entry point, tool, method, and critical authority in each artist’s practice.

The participating artists all search for hidden fragments in the city, the seemingly marginal and neglected. As ‘urban physiognomists’, they cite personal history and histories in constellation with generic traditional history, investigating individual and social needs for identity and consumption, craft, automatic production and the urban infrastructure of Istanbul today.

Through installation, drawing/illustration, photography, design, engineering, collaboration and artistic activism, the project not only reflects upon but also wishes to independently continue Walter Benjamin’s task of brushing history against the grain.

Event Program:

The exhibition will be accompanied by a day of artist talks, project presentations and an academic panel discussing the contemporaneity of Walter Benjamin’s work in the city of Istanbul.

Talks and presentations will be held in Turkish or English (as indicated). We will provide short translated summaries. All events are open for discussion in both languages.

Event coordination: Caroline Adler

Wednesday, June 1st

15:00 – 16:00 Benjamin and Material(ism) (TR/EN)

Research Presentation Crafting in Istanbul by Bilal Yılmaz (TR)

Conversation between Elena Tezak and Aslı Kıyak İngin (Made in Şişhane) (EN)

Bilal Yılmaz and Elena Tezak present their research on Craft in Istanbul. Crafted objects (their materiality and value), traditional crafting practices and their identifying character as well as displacement in the city play an important part in both the artists work and their research has become a body of work in its own right.

Elena Tezak invites the initiator of the “Made in Şişhane” network Aslı Kıyak İngin to discuss the role of local craft establishments for Istanbul’s design and production infrastructure, as well as strategies to make use of its potential.

16:30 – 17:30 Benjamin and the Urban Space (EN)

Artist Talk: Lara Ögel, Neriman Polat, Patrizia Bach, introduction by Caroline Adler

The artists Lara Ögel, Neriman Polat and Patrizia Bach in conversation with Caroline Adler on the the city of Istanbul as imprint of social action and as phantasmagoric site. The three artists discuss their individual approaches to the urban space (their movement within it) as well as their understanding and incorporation of Benjamin’s thoughts on history in each of the artist’s work.

18:00 – 20:00 Academic Panel Benjamin Now (EN)

Aslı Odman, Derya Özkan, Meltem Ahıska, Susan Buck-Morss

with an introduction by Aslı Odman Reading Benjamin in Turkey today

Aslı Odman (Mimar Sinan University, Istanbul), Derya Özkan (Ludwig-Maximilian University, Munich), Meltem Ahıska (Boğaziçi University, Istanbul), and Susan Buck-Morss (CUNY Graduate Center, New York) discuss the importance and contemporaneity of Walter Benjamin’s work on history and the urban space, its critical implications, and, most importantly, what it means to read Benjamin in Istanbul today.

The panel will be open for discussion. The discussion will be held in Turkish and English.

20:30 – 21:15 Intervention (TR)

Project Presentation Adonyl Elixir by Sezgi Abalı, Reading by Melih Ziya Sezer

Adonyl Elixir departs from the medical collection and poems of the pharmacist Melih Ziya Sezer in the district of Kadıköy. Mr. Sezer’s poems, extracted from his anthology Bütün Şiirleri / All Poems (1949) become a guideline to Sezgi Abalı’s investigation into urban transformation of Kadıköy today.

The project presentation will be accompanied by a reading by Melih Ziya Sezer himself.

Uykusuzlar Atlası/Atlas of the Sleepless 12.02-12.03.2016 by sezgi abali attal

halka sanat projesi, ilkini 2014 yılında, “Güncel Nadire Kabinesi 1: Toplama, Saklama ve Sergileme Üzerine Etnografik Bir Deneme” adlı sergiyle başlattığı Güncel Nadire Kabineleri sergi dizisine UYKUSUZLAR ATLASI isimli grup sergisiyle devam ediyor.

12 Şubat – 12 Nisan 2016 tarihleri arasında halka sanat projesi’nin Moda’da bulunan sergi alanı halka sanat/ galeri’de gerçekleşecek olan “Güncel Nadire Kabinesi 2: Uykusuzlar Atlası” uyku kavramından hareketle yaşadığımız tarihte ve coğrafyada üzerinde durup, düşünülmesi gereken uyku metaforları üzerine yoğunlaşıyor.İpek Çankaya’nın kavramsal çerçevesini oluşturduğu Uykusuzlar Atlası’nın araştırdığı biraz da uykularda geçen zamanın ya da uyuyamama halinin insanı başka duygu durumlarından, başka buluşmalardan, başka ruhsal ve zihinsel arayışlardan alıkoyup koymadığı ve uykusuzların hangi uğraşlara dalıp uykulara direndikleri gibi soruların yanıtları. Bu araştırmalar izleyiciye video, resim, yerleştirme, heykel ve fotoğraf gibi araçlarla aktarılıyor. 

Niyazi Selçuk, Neriman Polat, Orhan Cem Çetin, Seçil Yersel, Doğu Çankaya, Sezgi Abalı, Şafak Şule Kemancı, İskender Giray, Mert Öztekin, Sevil Tunaboylu, Nalan Yırtmaç, Fulya Çetin, Gümüş Özdeş, Yasemin Nur Erkalır, Ekin İdiman ve Neşe Şahin’in katıldığı sergi Pazartesi hariç hergün 11.00 – 19.00 saatleri arasında izlenebilir.

***

halka art project continues its series of exhibitions entitled Contemporary Cabinets of Curiosities, first of which took place in 2014, with a new exhibition entitled ATLAS OF THE SLEEPLESS.

The exhibition will be hosted in halka art/ gallery in Moda between February 12 - April 12, and it is based on the concept of sleep and its metaphoric meanings that needs to be thought upon in the geographies and the period we live in.

Conceptualized by İpek Çankaya, Atlas of the Sleepless also investigates if the sleep or its deprivation prevent us from other emotional states, meetings and spiritual or intellectual searches. It also tries to answer the question “what occupations are the sleepless engaged with so that they resist to sleep?” Painting, photography, video, installation and sculpture are among the media chosen to reply to the concept. Niyazi Selçuk, Neriman Polat, Orhan Cem Çetin, Seçil Yersel, Doğu Çankaya, Sezgi Abalı, Şafak Şule Kemancı, İskender Giray, Mert Öztekin, Sevil Tunaboylu, Nalan Yırtmaç, Fulya Çetin, Gümüş Özdeş, Yasemin Nur Erkalır, Ekin İdiman and Neşe Şahin are the exhibiting artists. The exhibition can be visited between 11:00 - 19:00 everyday except Mondays.

English version below

UYKUSUZLAR ATLASI

Uykuya dalmak ve uykudan uyanmak... 24 saatlik yaşam döngüsünün iki ucunu temsil eden bu iki hal, soyut düşünüldüğünde geceyle gündüz, siyahla beyaz, başlangıçla bitiş, bitişle başlangıç, kaçışla başkaldırı, yokoluşla diriliş gibi ikili karşıtlıklara, karışık dünyevi ilişkilere ve insani durumlara gönderme yapar. Düz anlamı dışında uykunun metaforik boyutu, bugün ve burada üzerinde durup düşünülmesi gereken kavramlardan birini oluşturuyor. Uykusuzlar Atlası uykuyu bu boyutuyla ele alıyor.

Uykunun binbir çeşidi var: Derin uyku, tavşan uykusu, kolektif uyku ya da hiç gözünü kapayamama hali. Uykusuzluk çekmek, bazen karşı konamayan düşüncelerin, istemli bir bilinç yitimine ve bir rahatlamaya izin vermeyecek biçimde zihne üşüşmesi, hatta kişiyi kuşatmasının sonucu olabilir.

Atlas kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde bir kaç anlamı var. İlki bugün çoklukla akıllara ilk anda akla gelmese de, yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş yani saten olarak atlas.

Anatomide boyun omurlarının üstten birincisinin adı atlas kemiği, çağrışımı uygarlık tarihinden. Dünyayı ellerinde, başının üzerinde taşıyan mitolojik Yunan Tanrısı Atlas gibi, kafatasını boynun üzerinde taşıdığı için.

Ama atlas deyince Türkiye’de çoğu kişinin aklına, ilk kez ilkokul yıllarında önüne aldığı, coğrafya ya da tarih atlası gelir kuşkusuz. O yüzden, kelimenin “dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasal coğrafyası ile ekonomi, tarih ve benzeri konularda toplu bilgi vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritaları derlemesi” biçimindeki tanımı bunu karşılıyor.

Sözlüklerde atlas için kısaca “bir konuyu açıklamak için hazırlanmış resim veya levhalardan oluşmuş kitap” tanımı da yapılmış. Bu yüzden kavramın çizimle, tasarımla ve kurguyla ilişkilendirilebilen bir özü var.

Atlaslarda dünya tarihini gördük, değişen sınırları, yıkılan ve kurulan devletleri. Her politik karar ya da değişiklik atlaslarımızda yeni basım demekti. Ülkeler dağılırsa yeni atlas, ülkenin, kentlerin adı değişir ya da yerel ölçekte ilçeler il olursa yeni atlas.

Bir de Türkiye haritasını hep dümdüz gördük önümüzde, ne zaman ki dünyayı bütünlüklü bir kürede gördük, şaşırdık. Bu dönen kürelerde ülkelerin hiç de kitap sayfası gibi serilmediğini, kiminin aslında biraz başaşağı durduğunu bile fark ettik. Türkiye’ye baktığımızda batısından hafif yukarıda, güneydoğusu bayağı aşağıda göründü gözümüze ilk kez. Belki bazılarımız dışardan bakmayı öğrendi yavaş yavaş, daha büyük resmi incelemeyi. Dünyanın bize göre çizilmediğini, kendimizi kendi algımızdaki gibi düz tutmanın ancak dünyaya yamuk bakmakla olanaklı olabildiğini.

Öte yandan ne dereler kuruduğunda yeni atlas kondu önümüze, ne de pancar, pirinç, buğday üretemez ithal eder hale geldiğimizde “ülkemizde nerede, ne üretilir”i gösteren yeni bir ekonomi atlası. Bazı atlasları çizmek bazılarımıza çok çekici gelmedi besbelli.

Uykusuzlar Atlası, ortaya attığı tüm bu açık noktalardan hareketle başka bir atlasın çizilmesinin yollarını araştırıyor. Sergi, bireysel görüşlerden, deneyimlerden ya da öğrenilmişliklerden yola çıkarak, bütününde bir atlas titizliğinde ve çeşitliliğinde bir içerik geliştirmeyi hedefliyor. Uykusuzlar Atlası aklı bazı sorularla ve arayışlarla dolu olan, bu yüzden de uykulara direnen bazı uykusuzları bir araya getiren bir grup sergisi.

Bu iki kavramdan yola çıkan Uykusuzlar Atlası, aklı sorularla ve arayışlarla dolu olan, bu yüzden uykulara direnen bazı uykusuzları buluşturan bir grup sergisidir. Zihinlerde yeni karşılaşmaları olanaklı kılmayı ve onlara yer açmayı vaad eder.

Bizi en çok ne uyutuyor ya da uykularımızdan ediyor? Çok mu uyuduk şimdiye kadar hayatımızda, yoksa bir şeyleri hep kaçırıyoruz telaşıyla kaçtık mı uykulardan? Uykunun görünmez kıldıkları var mı?

Uykusuzlar Atlası’nın araştırdığı biraz da uykularda geçen zamanın ve uyuyamama halinin insanı başka duygu durumlarından, başka buluşmalardan, başka ruhsal ve zihinsel arayışlardan alıkoyup koymadığı ve uykusuzların hangi uğraşlara dalıp uykulara direndikleri. Bu araştırmalar izleyiciye video, resim, yerleştirme, heykel ve fotoğraf gibi araçlarla aktarılmakta.

Tarihin bu noktasında ve bu coğrafyada duyumsanıp hissedilenlere, zihne takılıp düşündürenlere yer veren; tarihsel, siyasal, coğrafi ve bireysel meselelere dair sorular sorup yanıtlar arayan Uykusuzlar Atlası, bu yönüyle, bütününde titizlikle hazırlanmış bir atlas haline dönüşüyor.

Metafor olarak uyku, yaşadığımız tarihte ve coğrafyada üzerinde durup, düşünülmesi gereken kavramlardan birisi. Sergi kavramsal irdeleme açısından iki boyuta olanak veriyor: Birinci katmanda bireysel üretimler uyku metaforu üzerinden ilerlerken, buna ek olarak, ortaya çıkan yapıtların bir aradalığı, tema etrafında çeşitlenen ve katmanlanan bir atlası gözler önüne sermeyi hedefliyor.

İpek Çankaya, Aralık 2015

***

THE ATLAS OF THE SLEEPLESS

Falling asleep and waking up... These two conditions which represent the two ends of a 24 hour life cycle may refer to some binary oppositions such as day and night, black and white, the beginning and the end, the end and the beginning, escape and revolt, vanishing and resurrection. They may also refer to complicated worldly relations and some humanly conditions. The metaphoric dimension of the sleep, rather than its preliminary meaning, constitutes one of the concepts to make us stop and think at this moment and place today.

There are several types of sleep: Deep sleep, rabbit sleep, collective sleep or the state of being totally incapable of closing your eyes. Sleeping disorder may be the results of unresistable thoughts surrendering a person so much so that it leaves no room for comfort, disabling a desired loss of consciousness.

The word atlas has  a few meanings in the dictionary of Turkish Language  Institution. Firstly, although not coming to the mind immediatly, it is a sort of a silky fabric, shiny on the surface, firmly woven, known also as satin.

In anatomy, the topmost vertebra of the backbone, articulating with the occipital bone of the skull is called atlas vertebra, its connotation is from the history of humanities. It’s because it carries the skull on top of the neck, as the mithological Greek Titan Atlas did the heveans in his hands, upon his head.

But when we say atlas, most people in Turkey remember an atlas of history or geography initially seen in their early childhood among their primary school materials. Therefore, the definition of the word as “the collection of geographical maps prepared to give an assembled information on the phisical and political geography of a country, a region or on history or on other subjects” corresponds to it.

Besides, in the dictionarries an atlas is also defined as “a book prepared with images or panels to explain a topic”. For that reason, the concept is also relational to drawing, design and to narrative.

In the atlases we have seen the world history, changing borders, the states collapsed and founded. Each new political decision or change meant a new edition for our atlases. A new atlas if states desintegrate; another one if the names of the country or the city changes or when the villages are declared as a new city.

We have also seen the map of Turkey in front of us always straight and flat. Whenever we have taken a look for the first time to the globe as a sphere, we get surprised. It looked for the first time, slightly up a bit from its Western part and quite down from its South Eartern part. Maybe some of us have begun to look at ourselves from outside, to study the bigger picture, that the world is not drawn according to our perceptions and that it is only possible to see ourselves straight is by looking at the world awry.

We are not introduced with a new atlas of economy though, when the rivers dried, or with the one that shows “what is grown in our country and where”, when we cannot any longer produce but import beet, rice, or wheat. Clearly it was not very appealing to some of us to design some kinds of atlases.

The Atlas of the Sleepless is an exhibition project initiated from a search to design another kind of atlas, based on these nods it throws forward. It starts off from individual ideas, experiences or what has been learnt so far, aiming to develop a content with the meticulousness and the diversity of an atlas. It is a group show that brings together some sleepless whose minds are full of questions or quests and therefore who resist to sleep.

Why the sleepless?

In our times and geography sleep as  a metaphor is one of the concepts that requires a deep thinking about. There are sorts of sleep: Deep sleep, collective sleep, “rabbit sleep” which is an idiom in Turkish used to express the lightest and the restless form of sleeping, or the state of not being able to blink. Establishing these associations, the exhibition searches for diverse answers to various questions: What puts us asleep or deprives us from sleeping? Have we overslept our entire life until now? Or have we escaped from it with a rush of  feeling missed everything? Does sleeping make things invisible?

The exhibition investigates if and how the time that passes with or without sleeping does ever prevent people from further psychological or mental searches for new states of being and new meetings; or what kind of engagements do the sleepless are involved with to resist sleeping.  To interpret these questions various tools of expression such as video, painting, installation, sculpture and photography is being used in the exhibition.

The exhibition concept gives occasion to two dimensions in itself: Firstly, the individual productions move along the metaphor of sleep, and additionally the coming together of the individual creations aims to visualize an atlas that is layered and shaped around the theme. Another investigation for the artists may be to bring layers into a single work and to realize it thanks to the possibilities of the medium or the material used.

İpek Çankaya, December 2015

Cİ Contemporary Istanbul Çağdaş Sanat Fuarı // 13-16 Kasım 2014 by sezgi abali attal

GÜNCEL NADİRE KABİNESİ: Toplama, Saklama ve Sergileme Üzerine Etnografik Bir Deneme

Nadire kabinesi (cabinet de curiosité ya da wunderkammer) Aydınlanma Dönemi öncesi Avrupa’da, özel koleksiyon oluşturma ve bunu bireysel estetikle sergileme fikrini yaşama geçiren ilk serbest düzenleme mekanı olarak bilinir. Modern müzenin atası sayılan nadire kabineleri, koleksiyonerin zevki ve öznel sınıflandırma biçimi doğrultusunda her türlü nesnenin biriktirilip yan yana konabildiği ve bu yolla izleyende tuhaf bir duygu yaratan, kendine özgü bir estetik çekiciliğe sahiptir. Nadire kabineleri, doğanın harikalarından (naturalia) yapay nesne ve sanat ürünlerine (artificalia), zamanı ve mekanı kaybetmeye yarayan bilimsel aletlerden (scientifica), hareketli ve sesli heykelciklere (automata), uzak toprakları hatırlatan parçalardan (exotica), doğanın türlü tuhaflıklarına ve ucubelerine (mirablia) ve kabinelerin görsel dünyasını pekiştiren ve koleksiyonların aklı, fikri ve içinde taşıdığı hayali anlatan yazılı malzemeler, metinler, haritalar, kataloglar ve kitaplara (bibliotheca) uzanırdı.

“Güncel Nadire Kabinesi” geçmişin bu esiniyle yola çıkıp, bugünün sanatçılarının bu kavramlar etrafında gruplanabilecek güncel üretimlerini sergiliyor. Serginin alt başlığının “Toplama, Saklama ve Sergileme Üzerine Etnografik Bir Deneme” olmasının bir nedeni var. Etnografik araştırmaya çoğunlukla kültürel antropologlar başvuruyor. Orijinal haliyle, ya etnik araştırmalarda, ya da belli bir coğrafi yeri araştırırken tercih edilen, gündelik süreçlere müdahale etmeden, gözleme dayalı olarak kültürün incelendiği ve belgelendiği yöntem. Buna karşın günümüzde herhangi bir topluluğun ya da grubun kendine özgü bir kültürü olduğu varsayımından yola çıkışla söz konusu grubun incelenmesini de kapsıyor.

Buradan hareketle bu seçkide yaptığımız halka sanat projesi’yle çalışmakta olan sanatçıların nadire kabinesi konseptiyle ilişkilendirilebilecek işlerini, yaratım süreçlerine müdahale etmeden, bir potada buluşturup bir arada sergilemek. İşlerin birbirleriyle konuşuyor olması iki nedene bağlanabilir: Birincisi, kimi sanatçının işini kavramsal çerçeveye yanıt olarak üretmesi, ikincisi ise halka’nın çevresini oluşturan sanatçıların bağımsız üretimlerinin, alttan alta, zorlamasız olarak işleyen ve ortak paydaşlıklarda buluşulmasını sağlayan, geniş bir grubun bağımsız halkaları olarak da görülebilecek duygudaşlığının bir sonucu olması.

Bu yüzden serginin içeriğini, bir sanat inisiyatifi olarak halka sanat projesi’nin üzerinde durduğu bazı meselelerin ve ruh hallerinin bir yansıması olarak okumak mümkün. İşlerin çoğunun insana, insan psikolojisine ve insan-doğa-sanat ilişkisine dair irdelemeler ve sorular akla getirmesi ve bunların nadire kabinelerinin de biriktirdiği nesnelerle ya da bir hayali koleksiyonerin bizzat kendisiyle somutlaşıyor olması bu koleksiyoner kimliğine ve kabine koleksiyonlarına bir gönderme niteliğindedir. Sergide yer alan farklı işlerin birbirleriyle farklı katmanlarda buluşması aralarında zorlamasızca gelişen bütünlüğün organikliğine işaret eder. Yine bu çerçevede, günümüzün yerleşik sergileme estetiği tercih edilmiyor. Bunun yerine kabinelerin ruhunu yansıtan bir aradalık, özel alanda sergilemeye gönderme, sıkışıklık ve karışık yerleştirmeler özellikle yeğleniyor.

Güncel bir kabinenin parçaları olarak sunulan sanatçı işlerinin her biri, nadire kabinesi sahibi olan hayali bir koleksiyoneri temsil edebilecek ve onun tarafından bir araya getirilebilecek işler olarak kurgulandı. Bu yönüyle sergi bir sanat fuarı içinde yer almasına karşın kavramsal bütünlüğü olan bir kurguya işaret ediyor. Nazlı Çetiner bu hayali koleksiyonerin gezi kıyafetini tasarladı; kabinesi için dünyanın uzak köşelerinden, naturalia’dan exotica’ya, ve belki nicelerine yayılan, en nadide parçaları toplamaya kararlı bir gezgin yarattı. Sadık Arı mürekkeple Vanitas resimlerine göndermeler taşıdığı düşünebilecek çizimleri yaptı; adeta geçmişe ait bir dünyayı haritalandırdı, koleksiyonerin sanat arşivine ekledi. Doğu Çankaya’nın hayvan heykelleri, aklın aydınlanmasından günümüze, insan-doğa diyalektiğinde doğanın maruz bırakıldığı muameleyi, sanatçının bir toplayıcının sahiplenme içgüdüsüyle yaptığı her bir canlıyı, kendi dünyasında dondururcasına bir koruma çemberinden geçirmesiyle kabinedeki yerine yerleştirdi. Bu tavırla artificalia ile naturalia’yı tek potada buluşturdu. Kayde Anobile’nin üzeri balmumu akıtma manzara tablosu yeri ve zamanı bilinmeyen tekinsiz bir dünyanın kapılarını aralarken, Dilek Gökçen Açay, insanın modernite sonrası çatışmalarını ve keşif nesnesine dönüşümünü adeta o dönemden kalma bir sunum tekniğiyle çözümledi. Zoe Scoglio insan ve hayvan arasında yarattığı ürkücüsü bütünlükle kabinelerin mirablia bölümünde referans olabilecek bir video ile sergiye dahil olurken, İpek Çankaya’nın halka sanat projesi’nin ilk üç yılını, ruhunu, hayallerini ve gerçeklerini anlattığı kitabı kabinenin bibliotheca bölümünün raflarında yerini aldı. İskender Giray mekanik ışıklı yerleştirmesiyle adeta kabinelerin automata bölümüne günümüzden bir yapıt kattı ve serginin temasını ve çözümlenişini derinleştiren bir katman eklemiş oldu. Şinasi Göktürkler’in ikizlenmiş hayvan figürleri ve yarı gizli görselleri psikolojik çözümleme testlerini çağrıştırırken, bir yandan da barındırdıkları siluetlerle bireysel algılarımızı güvenilmez hale getirdi. Sezgi Abalı’ın fotoğrafları ise Rodin’in Düşünen Adam’ına yeni bir bakış katan ve düşünen kadının, tarihin her döneminde, kendisini içinde bulduğu zorlayıcı durumların resmini çekti. Serinin ana parçası olan iş, sanat tarihinin katmanlarına, üstatlarına, aile büyüklerine ve kadınsal çıkmazlara saygı niteliğinde.

Kavramsal çerçeve ve metin: İpek Çankaya

***

CONTEMPORARY CABINET OF CURIOSITY: An Ethnographic Essay on Collecting, Preserving and Exhibiting

Cabinet of curiosty (cabinet de curiosité or wunderkammer) is known as the first space of arrangement that realizes the idea of making a private collection and exhibiting it with an individual aesthetic, in pre-Enlghtenment era. Considered as the forefather of the modern museum, the cabinet of curiosity possesses a certain aesthetic attraction shaped according to the taste and personal classification of the collector, gathering and placing all sorts of objects together. Cabinets may consist of a variety of items depending from the wonders of nature (naturalia) to artificial objects and art pieces (artificalia), from the scientific tools for recording time and space (scientifica) to the moving and sound making sculptures (automata), from the pieces that remind distant lands (exotica), to nature’s all kinds of oddities and monsters (mirablia), and to written materials, texts, maps, catalogues and books that reinforce the visual world of the cabinets and convey the mind, thought and imagination they carry within (bibliotheca).

“Contemporary Cabinet of Curiosity” initiating from this inspiration of the past, exhibits the contemporary productions of today’s artists that can be grouped around these concepts. There is a reason why the sub-title of the exhibition is “An Ethnogaphic Essay on Collecting, Preserving and Exhibiting”. Mostly cultural anthropologists turn to the ethnographic research. Originally, it is a method based on observation, in which culture is observed and documented, without intervening the daily processes, preferred in either ethnic studies or in researching a specific geographic area. Nevertheless, based on the contemporary conception that any community or group has a peculiar culture, it also encompasses the research of the group in question.

Taking it from there, what we do in this selection is to exhibit together the works that can be associated with the concept of the cabinet of curiosty by the artists working with halka art project, without intervening their creation processes. The fact that the pieces speak to each other may have two reasons: Firstly, some artists have produced their work as a response to the conceptual framework; secondly, the indivudual creations of the artists forming a part of halka’s entourage that can be seen as a result of similar sensibilities meeting in common grounds and as working inadvertently under the surface, as the independent circles of a larger chain or group.

This is why it is possible to read the content of the exhibition as a reflection of some questions and discourse that halka art project, as an art initiative reflects upon. A majority of the works has connections with humans, nature and art and their intricate relations. Also, each in its own way can be linked to the identity of an imaginary collector and his personal cabinet of curiosity. The meeting of the different works with each other on diverse levels points to the inadvertent unity that has arosen organically among them.

Again in this context, today’s established aesthetic of exhibition is not preferred. Instead, a squeezed and mixed mounting technic, reflecting the soul of the cabinets and referring to exhibiting in the private space, is deliberately chosen.

Works that are assembled as pieces of a contemporary cabinet are likely to represent a fictional collector who owns a cabinet and also to be pieced together by him. Nazlı Çetiner has designed the journey outfit of this imaginary collector; she has created a traveller determined to select the rarest pieces for his cabinet, ranging from naturalia to exotica and maybe others, from the distant parts of the world. Sadık Arı has made drawings with ink that carry references to Vanitas pantings; he has mapped a world belonging almost to the past and has added it to the collector’s archeive. Doğu Çankaya’s animal sculptures has found their place in the room with the instinct of a collector who has frozen the treatment implemented on nature, in human-nature relations since the enlightenment of the mind, in a preserving circle in their own worlds. With this attitude he melted artificalia and naturalia in the same pot. While Kayde Anobile’s vaxed landspace painting opens slightly the doors of an uncanny world in which time and space remains a chilling mystery, Dilek Gökçen Açay has compounded man’s Post-modernity conflicts and his becoming an object of scientific discovery with an exhibiting technic almost reminding of the era in question. As Zoe Scoglio is involved in the exhibition with a video piece that can be referred to the mirablia section of the cabinet by its eerie unity between man and animal, İpek Çankaya’s book narrating the soul, dreams and reality of halka art project took its place in the shelves of the bibliotheca section of the cabinet.. İskender Giray contributed a piece to the automata section of the cabinet with his contemporary mechanic installation and highly contributed to the deepening of the exhibition concept and added another level in its analysis. Şinasi Göktürkler’s doubled figures of animals and half hidden visuals, while reminding psychological analysis tests, make our individual perceptions unreliable with the shades they contain. Sezgi Abalı's photographs pictures a thinking woman who has twisted Rodin’s Thinking Man towards a new perspective and reflects upon the challenging contexts that the Thinking Woman finds herself in any epoch of history. The main piece of the series in this exhibition, is an homage to the layers and masters of art history, family elders and feminine dilemmas.

Conceptual framework and text: İpek Çankaya

Kusura bakmayın; çok değiştiğim için sizi tanıyamadım. / I beg your pardon I didn't recognize you. I've changed a lot. by sezgi abali attal

Babam öldüğünde, koca bir kütüphane yanıp kül olmuştu adeta.
— Laurie Anderson, The Ugly One With the Jewels

Bizi bir araya getiren neydi? 
Bunu anlamak için zaman geçirdik ve gördük ki yollarımızı birleştiren, hafızaydı. 
Ben böyle hatırlıyorum. 
Zamanda ileri geri volta atarken buluşmuştuk. Birimiz çok ama çok geç kalmıştı, diğeri belki düşündüğünden erken gelmişti. Başka biri kendisini dakik sanıyordu ama dakik olan sadece zamandı. Bu sayede buluştuk.
Yüklüydük. İri, hantal; küçük omuzlarımız için insafsızca ağır yükler. 
Biz birer derin kayıttık. Hafızamızı yoklarken, zaten birer hafıza olduğumuzu farkettik. 
Yükümüzü hafifletmeye kalkıştık. Eski fotoğraflara yetişememiş adsız, şekilsiz, kokusuz atalarımızın ta rüyalarımıza kadar gömdüğü, tıka basa doldurduğu binbir kimyevi, uçucu, yamalı, örselenmiş hatırayı ortalığa dökmek, kendi günümüze yer açmak, bunu gerekirse hoyratça yapmak, belki de şimdiden başkalarının aklına yük olmak istedik.
Bizi hatırlamasanız da olur ama hatırladıklarımızı hatırlayın diye yaptık bütün bunları.
"Hatırladıklarımızı hatırlayan birileri olsun" diye. 
Bir zamanlar, bunu diyen biri olmuş besbelli. 
Ama neden demiş? Bunu hatırlayan yok. 
Sıra geldi bunu bulmaya. 
Sıra geldi bunu, neden unutmanın ölüm kadar görkemli olduğunu hatırlamaya.

Orhan Cem Çetin
Ekim 2013 

Açılış // Opening 1 Kasım / November 2013, Cuma / Friday, 19:00

Açılış // Opening 1 Kasım / November 2013, Cuma / Friday, 19:00