Lotus Yiyenlerin Ülkesinde
Homeros, ünlü destanı Odysseus’ta, Truva Savaşı’nın ardından evine dönmeye çalışan Odysseus’un, gemisiyle yaptığı on yıllık yolculuğa ve başından geçen maceralara yer verir. Odysseus ve tayfası, bilmedikleri denizlerde bin bir canavarla savaşır ve hayatta kalmaya çalışırlar. Öykünün bir yerinde kuzey rüzgarlarının şiddeti onları rotalarından çıkardığında, efsanevi haritalara göre İtalya’nın güney açıklarında bulunan Lotus-yiyenler Adası’na sürüklenirler. Ada sakinleri gizemli lotus bitkisinin meyvesinden yiyerek, mutlu bir kayıtsızlığa teslim olan, böylece tüm yaşamsal kaygılarını unutan bir kabiledir. Odysseus bu sahte huzura kapılmamak için adamlarını gemiye zorla bindirir ve hepsini küreklere bağlar ki, bu kör, tasasız adadan sağ çıkıp yurtlarına dönebilsinler.
Oysa, yaşadığımız çağda, “geri dönebileceğimiz bir toprak parçası, kendimizi ait hissettiğimiz bir yer bir kalmadığı gün ne olacak?” sorusu gittikçe artan bir şiddette iliklerimize siniyor. Her çağda çatışmalar çıkaran, herşeyi parçalayan, el koyan, zehirleyen insanın karanlık tarafı etrafımızı sarıyor ve her yeri lotus yiyenlerin ülkesine dönüştürmeye çalışıyor. Hep söylenilen biçimiyle “çember daralıyor” ve yine de birileri yaşama, kendi dillerince sahip çıkıyorlar.
Anlatılan öykülere her gün bir yenisi ekleniyor. İlahi gazapların ötesinde, yaşamı var eden de yok eden de insan oluyor. Kendini her zaman en zor durumlara sokan, bazen kurtulan, bazen yıkılıp giden insanlık, hem silah hem ilaç olan doğasını, saflığı, acizliği ve gücüyle içinde taşıyor. Bütün uygarlık tarihi, mitoloji, edebiyat ve tüm sanatlar aslında, bu öyküleri anlatıyor, kaşıyor, kazıp çıkarıyor, yenilerini yazıyor.
Bu sergide biz size aynı nüve etrafında yeni bir anlam bulan farklı öyküler sunuyoruz. Burada bir araya gelen on sanatçı adeta, kendisini lotus yiyenlerin ülkesinde bulan Odysseus’un çabasıyla, umulanla umulmayanı, unutulmaya yüz tutanla unutturulmaya çalışılanı algıları, yetkinlikleri ve dönüştürme becerileri ölçüsünde izleyiciye sunmak için bir araya geliyorlar.
Fırçadan, kalıptan, kameradan ya da biriktirilen nesnelerden geçerek ortaya çıkan işler lotus yiyenlerin sarhoşluğuna ve boşvermişliğine karşı duruyorlar. Resimden yerleştirmeye, heykelden fotoğraf ve videoya varan farklı mecralar aracılığıyla kendi öykülerini anlatıyorlar. Bir şiire sarılanla bir toprağa sarılan, bir adaletsizliği yüze vuranla yaşadığı çevrenin bıraktığı izlere ayna tutanlar, umudu, Lotus Yiyenlerin Ülkesinde beraber ve ayrı ayrı umulmadık topraklara taşıyor. Çünkü herşeye rağmen insani bir güçle yaşamak ve olmazsa olmaz bir umuda sarılmak hala kendine yer bulmaya çalışan arsız bir çiçek gibi çevremizde bitiyor.
İpek Çankaya, Ekim 2016
***
On the Land of Lotus Eaters
Homer, in his epic tale Odysseus narrates the adventures of Odysseus who, after the end of the Trojan War, struggles for ten years to return home. Odysseus and his men fight with a million monsters in open seas and try to survive. When the harsh North wind had driven them from their course they had found themselves in the shores of the island of the lotus-eaters which was situated in the southern offshores of Italy in the mythical maps.
Free from all earthly occupations and concerns, the islanders were a tribe who gave in to a blissful forgetfulness and apathy by eating up the fruit of the mysterious lotus plant. To elude this false serenity and continue their journey back home, Odysseus had to drag his men back to the ships and tie them up beneath the rowing benches.
Meanwhile, in our times we feel more deeply the anxiety of the possible loss of a homeland that we can return to if desired, or the lack of a place on earth where we feel ourselves at home. As it always happens in human history there is the human dark side of man, who provokes all sorts of clashes, discriminations and miseries, intoxicates the world and tries to transform it at the end into the land of the lotus-eaters. As usually said in Turkish “the circle around us is narrowing” and yet some people claim life on their own terms and in their own intimate language.
Every day a new story is added to what has already been told. Beyond a divine wrath, humans become the ones that usually destroy life or make it happen. They put themselves in the most difficult positions, sometimes they survive, in some other cases they are ruined. Their nature works both as a weapon and a cure, inhabits naivety, incapability and strength all together in itself. In fact, the history of civilization, mythology, literature and the arts tell about these stories; they scratch, excavate, bring forward and write new ones.
Almost with Odysseus’ effort who has found himself in the land of the lotus-eaters, we present you in this exhibition different stories finding a new meaning around the same nucleus. Nine artists are gathered together to hold on to life, unveil the hope of the unexpected and what is prone to eventually disappear or externally forced to vanish, in the extent of their perceptions, knowledge and ability.
Works created through a brush, a mold, a camera or accumulated objects are standing against the drunkness and the relactance of the lotus-eaters. Paintings, installations, sculptures, photographs and video works, all tell their own stories. Those who are embracing a poem or a soil, exposing the unfair or holding a mirror to what is happening to us, are carrying the hope to the unexpected grounds, all together and individually. Because against all odds, living with a humanly force and holding on to a hope is still blooming like a cheeky flower around us.