BULUT I KALDIRIM TAŞI I ISLIK by sezgi abali attal

BULUT I KALDIRIM TAŞI I ISLIK

19 Ekim- 30 Kasım 2024

TOHUM Sanat Alanı, Urla

Sezgi Abalı, Behçet Aktaş, Neda İsmail Atar, Selin Atik, Levent Ayata, Günseli Baki, Gülderen Depas, Ersan Deveci Gökay Gedik, Ali Kanal, Hakan Kırdar ve Tohum Atölye Kolektifi: Cenk, Macar, Dane Rasgen, Paulina Özlem Pazarlıoğlu


Bir Yunan tarihçi, coğrafyacı ve yazar olan Herodot, İyonların yerleştiği coğrafyanın kentleri için ”Yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altında, en güzel iklimde kurulmuşlardır.” der.

Ona göre ne daha kuzeydeki bölgeler ne de daha güneyde kalanlar İyonya ile bir tutulamazlar. 12 antik İyon kentinden biri olan Klazomenai’nin de içinde bulunduğu Urla; coğrafyasıyla, iklimiyle, sosyo- kültürel ve toplumsal dokusuyla, tarımsal üretimi ve deniz ticaretiyle Akdeniz havzasında yüzyıllardır önemli bir konumda var olmuştur.

Urla’nın son yıllarda geçirdiği değişim ve dönüşüme, kamusal alanları odağına alacak şekilde, geçmişi ışığında bugün bulunduğumuz yerden bakmak niyetiyle kurgulanan sergi, tarihsel perspektifte kamusal alanları üzerinden Urla’yı merkezine alıyor. Sergideki yapıtlar, farklı üretim pratiklerinden gelen sanatçıların, çoğunlukla bu sergi için üretilmiş fotoğraf, belge, video, hazır ve buluntu nesnelerden oluşan duvar, yer ve tavan yerleştirmelerinden oluşuyor.

Küratöryel Organizasyon:

Hakan Kırdar ve Sezgi Abalı

hakiki neşe tohumda saklı by sezgi abali attal

30.09- 15.11.2023 / MANEJ URLA

cüneyt kırdar, gözde güngör, hakan kırdar, nezaket tekin, sezgi abalı

sergi düzenleme: vourla sanat/ sezgi abalı & hakan kırdar

Bir efsaneye göre günümüzden 4000 yıl kadar önce İran kralının ayağına bir kuş konar ve ağzında taşıdığı tohumları bırakır. Tohumları diktiren kralın bir süre sonra bağları ve üzümleri olur. Toplanan üzümlerin bazıları zamanla olgunlaşır, fermente olur ve zehirli olduğu düşünülen koyu bir sıvıya dönüşür. Kralın eşlerinden biri, uzun zamandır yaşadığı derin mutsuzlukla ölümü düşünerek içtiği bu içecekle sonsuz bir neşe ve esrimeyle dolar. Şarkıların ve dansların sebebi bu içeceğe kralın çaresi/ şifası denir. Osiris, Dionysos ya da Bacchus, Yidi gibi isimleri çok duyulmuş tanrıların yanında Demeter, Varuni, ve dokunduklarını şaraba ve ekine dönüştürme gücü verilen Oeno ve kız kardeşleri de bu şifalı içeceğin tanrıçaları olarak geçerler tarihe.

Bu anlamda sergi, ilhamını bir tohumla başlayıp ritüellere dönüşen tesadüfi neşeden alıyor. Güneşli vakitlerin ve verimli toprakların çiçeğe, meyveye, dans ve kutlamalara dönüşmesinin görsel yansımalarından oluşuyor. An’ın büyüsünde yakalanan tuhaf, çocuksu, hafifletici neşenin peşine düşüyor.

Evinde Gibi Ruhun Evsiz Yerlerde/ May Your Soul Be At Home Where There Are No Houses // 2.06- 9.07.2023 @ Be Contemporary, URL by sezgi abali attal

For English version scroll down

Nedir ev? Doğduğun ve doyduğun, temizlendiğin ve dinlendiğin; ürediğin ve ürettiğin; ait hissedip sana ait olanlarla doldurduğun yer mi? Kendin olduğun, rahat edip can bulduğun. Neresidir ev? Beden mi zihin mi? Ruhunun hem örselendiği hem de beslendiği yer mi? Korunaklı ve en güvende hissettiğin alanken, tekinsiz mekanlara dönüşebilir mi evler? Özlemi çekilenken, hemen kaçıp kurtulmak istediğin olur mu?  Kurmaya çalışırken yıkılan duvarlar mı yoksa? 

Kendimizi ve ötekini tanımlamamızı sağlayan yer mi ev? İçine aldıklarından çok dışında bıraktıkları mı önemli, yoksa tam tersi mi? İçinde taşıdığın doğa mı ev? Yeryüzünde ya da gökyüzünde evinde gibi hisseder misin mesela? Türlü afet ve acılar karşısında sığınağın olabilir mi kovuklar? Ev, evren mi aslında? Ne kadarını sığdırabilirsin eve? Nelerini eleyip nelerini çoğaltırsın içinde?  Nefesimiz mi asıl evimiz? Ve eve dönmek ana rahmine mi dönmek bir anlamda? 

Evinde gibi olabilir mi ruhun evsiz yerlerde? Ormanda, mağarada ya da bir su kenarında? 

Doğduğun yer mi ev, yoksa yeniden kurguladığın yer mi kendini? 

Farklı iklimlerde, coğrafya ve kültürlerde farklı formlara bürünen ev, insanla birlikte değişip başkalaşan, evrilen çok katmanlı bir kavram. Aidiyet hissi yaratan bir doku, koku, ses ya da tat olup duyumsanabilirken; içinde olmayı özlediğimiz ya da kırmak istediğimiz duvarlarıyla tümüyle somutlaşmış bir mekan bir yandan. Evin ne olduğu ya da neyin eve dönüşebileceği; politik, kültürel ve estetik sorunlarla iç içe geçmiş, karmaşık bir mesele. Geleneksel olarak kanıksanmış rolüyle kadın ve çocukların alanı olarak görülen ev, yaşamı koruyup kollayarak toplumu ayakta tutarken, aynı zamanda nesnenin öznelleştirildiği yer. Sözde politik olmayan evi ne ideolojilerden ne de arzu, cinsellik, çoğalma, bakım gibi gündelik yaşamdan ayrı tutmak olanaksız. 

Küresel olarak hissedilen doğal afetler, savaş, kıtlık, ekonomik sorunlar, iklim krizi gibi olayların etkisiyle ev kavramının derinden sarsıldığı ve anlamının başkalaştığı zamanlarda yaşıyoruz. Ekosistemin de bozulmasına bağlı olarak oluşan çevresel felaketlerle ya da giderek büyüyen göç dalgasıyla baş edebilecek ne güce ne de araçlara sahibiz. Ekoloji sözcüğünün kökeni, Antik Yunan dilinde evin ana mekanı anlamına gelen oikos sözcüğüne dayanıyor. Ekolojik yıkım karşısında duyduğumuz derin acıyla beraber içimize yerleşen evindeyken evini özleme hissi de bu bilgiyle anlam kazanıyor belki. Ana mekanımızın temeli sarsılıyor ve asıl yuvamız olan dünyayı insan türü olarak mahvetmiş olmamız karşısında hissettiğimiz çaresizlikle hayal gücümüze sığınarak baş edebilir miyiz sorusu beliriyor. 

Tam da bu noktada, olmayan bir alemde olası hayatlar yaratan Ursula K. Le Guin’in kelimelerine dönüyoruz. Şimdiden çok uzakta, bambaşka ruhani değerlere ve toplumsal örgütlenmeye dayanan, özgürleştirici ve barışçıl bir halkın yaşamını anlattığı Hep Yuvaya Dönmek* kitabında yer alan bir şiirden yola çıkıyoruz. Bulucular Locası’na Katılma Şarkısı adlı şiir bu serginin çatısını oluşturuyor. Evinde Gibi Ruhun Evsiz Yerlerde* sergisi, şiirden aldığı ilhamla, yedi sanatçı kadının bu çağrıya yanıt niteliği taşıyan ve farklı mecralarda ürettiği, ekosistemleri kesişen veya birbirlerini tamamlayan yapıtlarından oluşuyor. Ev kavramının sanatçının imgeleminde farklı form ve anlamlara bürünerek karşımıza çıktığı sergi; hayalle gerçeğin, somutla soyutun, gündelik olanla olağanüstünün kesiştiği yerde duruyor. Ortak düşler kurabilme gücümüze; kendimizi yeniden düşünme, değiştirme ve çoğaltma becerimize işaret ediyor. Sergi bir diğer yanıyla ev’i en öznel anlamıyla ele alırken; ilkin ana rahminde sonrasında aldığımız ilk nefesle kendi bedenimizde var oluşumuzdan beri evle kurduğumuz yaşam boyu süren karşılıklı ilişkinin izlerini sürüyor. 

 Özge Somersan & Sezgi Abalı

*Hep Yuvaya Dönmek, Ursula K. Le Guin, Ayrıntı Yay., 1998

Çev. Cemal Yardımcı

What is home? Is it the place where you were born, fed, rest, produce and reproduce; a space of your own that you feel you belong to and fill up with your belongings? Is it where you can be yourself, relax and find an ample dose of vitality? 

Where is home? Is it in the mind or is it the body itself? Is it a place where your soul  is nourished, starved or both? May a home become uncanny even if you thought it was the safest place in the world? Can it transform from being a place you long for into a place you want to escape? Or is it the place where walls collapse on you while you try to build? 

Is it the place that makes you define yourself and the other? Are the things it holds more important than the things it rejects, or is it the opposite? Home - is it nature within you? 

Can you feel at home on earth or in the sky? Can tree hollows shelter you from environmental catastrophes and suffering? Is home actually a universe? How much can you put in it? How do you eliminate and incorporate what it contains? Is our breath, our real home? Or does coming back home mean returning to the mother’s womb in a sense? 

May your soul be at home where there are no houses?  In a forest, in a cave or by a river? 

Is home where you were born, or is it where you reconstruct yourself? 

Home is a multi-layered concept that changes, transforms and evolves with people and takes on different forms in different climates, geographies and cultures. While it might be felt as a scent, a sound, a texture or taste that creates a sense of belonging, sometimes it is entirely tangible, as a particular place that we may long to return to and/or escape from. What is home and what can become home to us is a complicated issue, deeply embedded in politics, culture and aesthetics. Traditionally considered as the sphere of women and children, home is a space that harbours life and society sustaining care. But it is also where the object is subjectified. Supposedly a non-political space, home can be separated neither from the ideologies nor from everyday practices such as desire, sexuality, reproduction and care.    

We are at a moment in time where the concept of home is deeply shaken and its meaning is altered by the influential global events such as natural disasters, war, famine, economic problems, and the climate crisis. We have neither the power nor the means to cope with the environmental disasters caused by a suffering ecosystem and the growing wave of migrations. The word ecology comes from the Ancient Greek word oikos meaning “home”. Perhaps the feeling of homesickness at home that settles in us nowadays gains meaning and resonates with our pain while we face an ecological crisis. Now, our ground is destabilised and the fact that we have destroyed the world - our true home - makes us feel helpless as a species. And in despair, a question arises in our minds: Can we take shelter in our imaginations? 

At this point, we return to the words of Ursula K. Le Guin who conjures conceivable lives in a fantastic realm. Inspired by her poetry and in reference to the book "Always Returning Home", in which she describes the life of the Kesh, a liberating culture of peaceful people who live in a distant future, an imaginary society based on entirely different spiritual values, ethics and social organisation, we took off with an enchanting poem Initiation Song from the Finders’ Lodge to form a framework for the exhibition “May Your Soul Be At Home Where There Are No Houses”*. Works of various media by seven women artists that respond to this appeal are displayed here as representations of unique ecosystems that intersect or complement each other. At the crossroads of fantasy and reality, the tangible and intangible, the mundane and extraordinary, the exhibition reveals the idea of home reflected in different forms and meanings in the imagination of each artist. And implies our collective power to have shared dreams; our ability to reimagine, change, and reinvent ourselves. As the exhibition deals with home in its most subjective sense, it also traces the lifelong interaction that we have with home since the moment we came into our own body; first in the womb and with the first breath we take at birth.

 Özge Somersan & Sezgi Abalı

*Ursula K. Le Guin, Always Coming Home, Harper and Row, 1985

hiçbir şey olmadığında, Ekim- Kasım 2021 by sezgi abali attal

​Sergi Sanatçıları: Ali Kanal, Aslıhan Güçlü, Ateş Alpar, Can Tanrıseven, Didem Erişkin, Ekin İdiman, Kıvılcım S. Güngörün, Okan Pulat, Selin Yağmur Sönmez, Sezgi Abalı, Zekiye Buğurcu, Zeynep Merve Çiçek 

Küratörler: Günseli Baki & Yücel Tunca

Proje Destekçisi: Kültür için Alan

Recep Tuna, İzmir Proje Koordinatörü

Proje Koordinatörleri: Günseli Baki, Yücel Tunca

​Proje Görsel Tasarım: Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi

Afiş Tasarım: Birikim Atölyesi, Didem Erişkin

Sergi Kitabı: A4 Ofset, İstanbul, 500 kopya

 İngilizce Çeviriler: Nesrin Ermiş Pavlis

Sergi Mekanları:

9-24 Ekim 2021, Umurbey, İzmir

Çatı Sanat Alanı

30 ekim - 15 kasım Bergama

Sarı Denizaltı

Marangozhane

Arasta

Çatı Sanat Alanı, İzmir

〰️

Çatı Sanat Alanı, İzmir 〰️

Sarı Denizaltı, Bergama

〰️

Sarı Denizaltı, Bergama 〰️

Fotoğraflar: Yücel Tunca



Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler, 10.06- 18.09 2021 by sezgi abali attal

Sanatçılar: Ali İbrahim Öcal, Ahmet Duru, Ayşe Gül Süter, Melis Buyruk, Sadık Arı, Dikine Ongoing Project (Umut Sevgül ve Barbaros Kayan)

Küratör: Sezgi Abalı

Koordinatör: Bahar Güneş 

Katalog yazısı: Murat Alat

Sergi fotoğrafları: Orhan Cem Çetin

Performanstan görüntü, Umut Sevgül- Dikine Ongoing Project

Fotoğraf: Orhan Cem Çetin




Sergi basın bülteninden:

Adını Bertrand Russell, William Butler Yeats gibi yirminci yüzyılın tanınmış düşünür ve yazarları tarafından da söylendiği düşünülen; aslında İngiliz şair ve yazar Eden Phillpotts tarafından kaleme alınan 1918 tarihli bir kitapta rastlanan, “Evren duyularımızın keskinleşmesini sabırla bekleyen büyülü şeylerle doludur.” sözünden alan sergi; doğanın kendine has örüntülerinin, mekanizmalarının ve manzaralarının yorumlanarak sanat yapıtlarına dönüşme fikrini ve sürecini; zaman, emek, sabır ve detay kavramları üzerinden inceliyor.

Sergi mekana özgü uzun süreli performans ve video yerleştirmesi, resim, desen, heykel, mekana özgü yerleştirme gibi farklı teknik ve malzemelerle çalışan yedi sanatçının yapıtlarını bir araya getiriyor.

Doğanın önermelerine dikkat kesilerek yavaşlamaya, detaylarına mercek tutarak duyumsamaya; zaman, emek ve sabır kavramları etrafında birlikte düşünmeye bir davet niteliğinde olan sergide Ali İbrahim Öcal, Ahmet Duru, Ayşe Gül Süter, Melis Buyruk ve Sadık Arı’nın yeni ve yakın dönem yapıtları yer alırken Dikine Ongoing Project’in “Şey ve Tekrar” isimli mekana özgü uzun süreli performans ve video yerleştirmesi Umut Sevgül ve Barbaros Kayan tarafından gerçekleştiriliyor. Serginin küratörlüğünü Sezgi Abalı, koordinatörlüğünü ise Bahar Güneş üstleniyor.

Ali İbrahim Öcal üretim sürecinde resim, fotoğraf, heykel, yerleştirme, video ve doğa kökenli nesneler gibi farklı mecraları bir arada kullandığı, disiplinlerarası bir örgüde ilerleyen imgesel evrenler oluşturuyor. Evrensel, coğrafi ve yerel kültürel kodları olabildiğince içine alan; toprak, tohum, filizlenme, büyüme, yok olma, tekrar doğma gibi çok katmanlı imgeler bütününü kapsayan işler üreten sanatçı, sergide izleyiciyi bir coğrafyanın deneyimine çağırıyor.

Ahmet Duru doğanın makro ve mikro manzaralarını farklı anlatım biçimleriyle sunarken, üretiminde çoğunlukla doğada yaptığı uzun yürüyüşlerden ve gözlemlerden yararlanıyor. Duru’nun sergideki işlerinde doğanın kendine has takviminin ve mevsim döngülerinin izlerini sürerken, bitkilerin varlıklarını sürdürebilmek için geliştirdikleri yöntemler hakkında düşünmeye başlıyoruz.

Dünyanın çeşitli yerlerinde konuk sanatçı olarak davet edildiği bilim laboratuvarlarında yaşamı değişik organizmalar üzerinden farklı ölçeklerde inceleme fırsatı bulan Ayşe Gül Süter, yapıtlarında bilimsel verileri yeni medya teknolojileri ve geleneksel sanat teknikleriyle birleştiriyor. Hareket, ışık, zaman ve mekan arasında başlattığı diyaloglar, yeni formlara  ve duyusal deneyim alanlarına dönüşüyor. Süter’in Kalyon Kültür’ün yer aldığı Taş Konak’ın büyük salonunda sergilenen Mikro Küreler serisi, ışık ve renk temelli bir cam enstalasyonundan ve insan hücrelerinin üzerinde gerçekleşmiş bir uçuş simülasyon videosundan oluşuyor.

Detaylı seramik çalışmalarıyla bilinen Melis Buyruk; bitki, hayvan ve insanı tanımsızlaşan formlarda ve ters yüz olmuş bir hiyerarşide bir araya getirdiği yapıtlarında, birbirini tekrar eden dokular ve biçimlerle yeni yaşam alanları yaratıyor. Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler sergisinde yer alan heykellerindeki gerçekçi ama bir yönüyle de illüzyonist estetik, gerçeküstü rüyalara bağlantılar açıyor. Buyruk’un malzeme, renk ve konu seçimi kültürel referanslar ortaya koyarken, izleyiciyi hep gözünün önünde olan canlılara dair ön kabullerini yeniden düşünmeye sevk ediyor.

Sadık Arı, bilimsel illüstrasyonların bakış açısını benimseyen üretiminde insan eylemlerini anlamak için doğaya bakarken, insanın var olurken diğer canlılara galip gelme iştahının yol açtığı talanla ilgileniyor. Arı’nın sergide yer alan detaylı desenlerinde, insanın vahşi olanı tanımlama arayışına ve ona karşı verdiği ehlileştirme çabasına direnen bir düşüncenin izlerini sürüyoruz.

Dikine Ongoing Project’in sergi kapsamında yer alacak “Şey ve Tekrar” isimli mekana özgü uzun süreli performans ve video yerleştirmesi Umut Sevgül ve Barbaros Kayan tarafından gerçekleştiriliyor.

Performans Hakkında:

Eski tarihli gazeteleri dönüştürerek bir tanesi bir avuca sığabilecek boyuttaki kürelerle üretilen tesbih, kürelerin teker teker ipe dizilmesiyle mekana yerleştirilir. Tekrarları birbirine bağlayanın ne olduğu sorusu yola çıkar. Kürelerin üretimi mekandaki hammadde ve araçların bulunduğu istasyonlarda devam ederken, sergi alanının karşılıklı iki odası arasındaki harekette süreksizlik, geçicilik ve yersizlik kavramlarının okumaları gerçekleştirilir. İstasyonlardaki malzemelerin döngüsü, maddenin tabiatı gereği gerçek sürede gerçekleşir. Sessizliğin hareketinin, hareketin mekan ve madde ile diyaloğunun dolaysız yörüngesinde, omurganın belleğinden geçen bilginin izi sürülür.

Uzun süreli performans sürecinden gelen video bellek, performansçı mekandan çıktıktan sonra geride bırakılan malzemelerin dizilimi ve mekanın belleğindeki hareketin izdüşümleri üzerinden yerleştirilir. Hacmin iletkenliğinde hareketine devam eden görüntünün malzemeyle karşılaşması ile gerçek / hiper-gerçek mekanları haritalandırır. Belirli günlerde canlı akışta paylaşılacak görüntü ile performansçı mekana bakışını bu harita ile gerçekleştirirken ziyaretçiyle boşluğun temasında tekrar karşılaşır.

Performansın 30 gün süreyle canlı gerçekleşecek ilk aşamasından gelen video kayıtları, ikinci aşamada mekana yerleştirilerek, zaman ve belleğe dair okumalarını mekanla kurduğu ilişki üzerinden sürdürmeyi planlıyor. Performans bütününde, hareketin mekan ve madde ile diyaloğunun ve omurganın belleğinden geçen bir bilginin izini sürüyor.



* Bertrand Russell, W. B. Yeats gibi yirminci yüzyılın tanınmış düşünür ve yazarları tarafından da söylenildiği düşünülen alıntıya, İngiliz şair ve yazar Eden Phillpotts tarafından kaleme alınan 1918 tarihli A Shadow Passes başlıklı kitapta rastlanmaktadır.